Hatay Arkeoloji Müzesi
Antakya’nın ortasında bulunan ve dönemine ait en güzel mozaiklerin bulunduğu bir müzedir Antakya Arkeoloji Müzesi. 1932 yılından itibaren yapılan kazılarda ortaya çıkarılan göz kamaştırıcı mozaiklerin büyüklükleri ve kaliteleri sayesinde müze, Tunus’un Bardo kentindeki Bardo Mozaik Müzesi‘nin de aralarında bulunduğu dünyanın en zengin mozaik müzeleri arasına girmiştir.
Mitolojik konular içeren mozaiklerin çoğu, dönemlerindeki krallık ve imparatorluklara ait ev, hamam, saray odaları gibi yapıların tabanlarını ve duvarlarını süslemiş zamanında.
Antakya Arkeoloji Müzesi’nde aynı zamanda Aççana, Antakya, Çevlik, Harbiye ve İskenderun’da yapılan kazılarda bulunan heykel, mezar, sikke ve süs eşyaları gibi diğer arkeolojik buluntular da sergileniyor.
“Dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi, ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi. ” – Ammianus Marcellinus, Tarihçi
Bulunan kalıntıların bir müzede sergilenme fikri aslında ilk olarak müfettiş M. Claude Prost‘tan çıkmış. 1934 yılında Mimar M. Michel Ecocherde tarafından başlatılan müzenin inşası 1939 yılında tamamlanmıştır.
Hatay‘ın 1939 yılında Türkiye’ye il olarak katılmasından 9 yıl sonra (1948) kazılarla ve çeşitli yollarla elde edilen eserler, Hatay’ın Türkiye topraklarına katılış tarihinde (Kurtuluş Bayramı’nda) halkın ziyaretine açılmıştır.


Asi Nehri’nin hemen yanında bulunan yapıya sığmayan eserler ile, yeni bir müze binası inşa etme noktasına gelinmiş ve 2014 yılının Aralık ayında St. Pierre Kilisesi’nin 500 metre ilerisine yepyeni modern bir arkeoloji müzesi inşa edilmiştir. Oldukça büyük bir yapı olan müze, sizi manevi açıdan doyurabilecek niteliktedir.

Müzeye girdiğiniz zaman karşınıza ilk olarak Eski Taş Çağı olarak da adlandırılan Paleolitik Çağ’a ait sergiler görürsünüz. Bundan yaklaşık olarak 2.6 milyon yıl önce üretilen ilk taş aletler, MÖ 10.000 yılındaki Neolitik Çağ’a kadar devam eder.


Alt, Orta ve Üst Paleolitik Çağ olarak üç gruba ayrılır Eski Taş Çağı. Alt Paleolitik Çağ’da, Afrika kıtasında ortaya çıkan ilk insanlar olan Homo habilis ve Homo rudolfensis’ler önceleri çakıl taşlarını yontarak kesici alet yapmışlar, sonraları Homo erectus nesli, el baltaları ile mevzuyu geliştirmişlerdir.
Orta Paleolitik’te çok ileri gidemeyen insanlar, Üst Paleolitik Çağ ile birlikte zekalarını kullanmaya ve ortaya çıkardığı taş aletlerde sanat ile süslemeyi kullanmaya başlarlar.
Üçağızlı Mağarası
Hatay’ın Samandağ ilçesinde bulunan Üçağızlı Mağarası, Paleolitik Çağ’ın en iyi gözlemlenen noktalarından biridir. 1989 yılında keşfedilen mağarada, Erksin Güleç önderliğinde 1997 yılından beri kazılar sürmekte.
Bu kazılarda, besin maddesi olarak kullanılan hayvan kalıntılarından, çeşitli takı gibi süs eşyalarına rastlanır. Müzede, dönemin insanları ile ilgili canlandırmalar da yapılmıştır.


MÖ 6. yüzyıla ait boyunlu ve dışa dönük kaseler, dönemin bilinen seramik eserlerindendir. Özellikle Halaf kültüründen esinlenen boyalı süslemeler ilgi çeken eserlerdendir. MÖ 5. yüzyılda dönen çarklarda üretilmeye başlanan çanak çömleklerin bezemeleri, çoklu fırça tekniği adı verilen bir teknikle hızlı bir şekilde gelişmiştir.
Süslemelerin daha sonraları çok geliştiğini ve artık olayların betimlendiğini, üzerinde savaş arabası ve boğa üzerinden atlama sahnelerinin olduğu büyük karıştırma kabından anlayabiliyoruz.
Miken çanak çömleği olarak bilinen küçük yuvarlak mataralar ve üzeri kulplu çömlekler ise daha çok şarap gibi mayalı içecekleri muhafaza etmek için kullanılırdı.


Sergilenen tarihi eserler arasında Genç Tunç Çağı’na tarihlenen bir de mezar yer alıyor. 50 yaşlarında bir erkek ile 17-25 yaşlarındaki üç kızdan oluşan mezarda, aralarında çanak çömleklerin, çeşitli kolyelerin ve altın bir yüzüğün de bulunduğu birçok ölü gömme hediyesi bulunmuş.


İlgi çeken bölümlerden biri de çok küçük yazıların yazılı olduğu yazıtlardır. Hititler’e ve Mısırlılar’a ait olan çeşitli hiyeroglifler ve Hurri-Mitannice, Hititçe, Sümerce ile Akkadça yazılmış tabletler görülebilir.


Genç Tunç Çağı’nda yaşamış insanların taptığı eski tanrı heykelleri de sergi salonunda yerini almış.
Bazalt ve kireç taşından yapılmış bu heykeller en sıra dışı tanrılar arasında yer alıyor. Çeşitli boyutlarda olabilen heykeller, kabartmalar ile cinsiyetlendirilmiş ve tanrı ile tanrıça olarak ayırt edilebilmeleri sağlanmış.

İdrimi Heykeli
Sergide Kral İdrimi ile ilgili bilgiler de yer alıyor. Bulunan çeşitli kitabeler sayesinde Alalah Krallığı‘nın varlığı üzerine araştırmalar yapılmıştır. Alalah Krallığı’nın kralı olan Kral İdrimi’nin MÖ 15. yüzyılda yaşadığı düşünülür.
Bugün 104 cm yüksekliğindeki İdrimi’nin orijinal heykeli Londra’daki British Museum‘da sergileniyor. Bu tarihi eserin arkasında ise Akadça dilinde çivi yazısı ile, İdrimi’nin otobiyografisi niteliğinde bir kitabe yer alıyor.
Ben İdrimi. İlim-İlimma’nın oğlu, Fırtına Tanrısı Teşhub’un, Hepal’in ve Alalah’ın hanımefendisi sahibem İştar’ın sadık hizmetkârı, Halab’da, ecdadımın evinde, saldırı meydana gelince biz, Emar halkına sığınmak zorunda kaldık. Ve bu durum beni ağabeylerimin aksine çok rahatsız etti. Sonra dedim ki, “her kim ki babasının mirasını ararsa, o asıl bir kimsedir, fakat her kim ki Emar’ın sakinleri arasında kalırsa, o bir köledir” Böyle düşünerek, atımı aldım ve oradan uzaklaştım. Çölü geçtim. Sutu savaşçılarının arasına geldim. Kenan memleketinde Ammiya şehrinde Halab’dan, Mukiş’ten, Nihi ve Nuhaşşe’den gelen insanlar benim kendi efendilerinin oğlu olduğumu anladılar ve Hapiru savaşçıları arasında yedi sene kaldım. Yedinci yılda Fırtına Tanrısı benim yanımda oldu, bu yüzden gemiler yaptım. Askerlerimi onlara bindirdim. Denizden Mukiş’e doğru yelken açtım. Keldağ’da karaya ulaştım ve sahile çıktım. Sonra tırmandım. Beni işitmeleriyle, bir gün içerisinde Nihi, Nuhaşşe, Mukiş memleketleri ve benim kendi şehrim Alalah’la benimle anlaştılar. Babam, Alalah’ın duvarlarını toprakla örmüştü, çetin kuşatmalara karşı koyabilsin diye. Ben bu duvarları yükseltip güçlendirdim. Sonra askerlerimi aldım ve Hatti memleketine hücum ettim. Hatti’deki 7 şehri ele geçirdim. Onlardan aldığım ganimetleri yardımcılarıma, akrabalarıma, dostlarıma ve kardeşlerime dağıttım. Kendime de silahları aldım sadece. Hatti’den getirdiğim esir ve mülk ile Alalah’ta saray inşa ettim. Halkımı şehirlerime yerleştirdim ve 30 yıl hüküm sürdüm. İcraatlerimi heykelimin üzerine yazdırdım. Halkım onu okusun ve mütemadiyen beni hatırlasın.
Arkeoloji müzesinde İdrimi heykelinin aslı olmadığı için 3 boyutlu olarak gösteriliyor. Kendi etrafında 360 derece dönen projeksiyon heykeli gerçeğiymiş gibi incelemeniz mümkün..


Suppiluliuma Heykeli
Hatay’da Reyhanlı yakınlarındaki Tell Tayinat höyüğünde bulunan 1.5 metre boyundaki Suppiluliuma heykeli tam 1.5 ton ağırlığında. MÖ 1000 yılına tarihlenen heykelin ellerinden biri savaşı temsil eden mızrağı, diğeri ise üretimi temsil eden başağı tutuyor.

Amik Ovası Höyükleri
Türkiye’nin en verimli arazilerinden biri olan Amik Ovası, Hatay’ın havaalanının da üzerinde bulunduğu geniş bir ovadır. Bu ovada bulunan Cüdeyde Höyük, Akrad Höyük, Şeyh Höyük, Çatalhöyük, Sabuniye Höyüğü, Al mina ve Kinet Höyük’ten çıkarılan tarihi eserlerin büyük bir kısmı Antakya Arkeoloji Müzesi‘nde sergileniyor.



Müzede çeşitli kazılarda çıkarılan heykeller de geniş bir salonda sergilenir. Defne (Harbiye) Kazısı’ndan çıkarılan bereket tanrıçası Fortuna, güneş tanrısı Apollon, Samandağ’daki Seleucia Pieria Antik Kenti’nde bulunan Nehir Tanrısı, Kerberos ile bildiğimiz yer altı tanrısı Hades gibi büyük Yunan tanrıları bulunur.

Mozaik Salonu
Müzenin önemli bir bölümü oluşturan mozaik salonunda, çevre kentlerden çıkarılan mozaikler sergilenir. Çoğunlukla Harbiye‘de (Daphne) ve Samandağ‘da yapılan kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan eserlerin her biri birbirinden özel ve canlı renklerdedir. Çok iyi korunan bu eserlerin çoğunda, Mitolojiden alınmış sahnelerin tasvirleri görülür.


Roma döneminde yapılmış bir hamamın en iyi örneğini de burada görmeniz mümkün. Geç Roma Dönemi’ne ait olan hamam Issos Antik Kenti‘ne aittir. Tüm halk tarafından kullanılabilen Roma hamamlarında kadınlar sabah, erkekler öğleden sonra yıkanabilirdi.



Soteria Mozaiği
Müzede bulunan önemli bir mozaik eserdir. Antakya’nın Narlıca köyünde bir banyonun döşemesi olarak bulunan Soteira, başında yapraktan çelenk, göğsünde Bizans üslubunda bir kolye taşıyan dolgun vücutlu bir kadın olarak tasvir edilmiştir.

Antakya Lahdi
1993 yılında Harbiye Caddesi Kışlasaray Mahallesi’nde yapılan bir temel kazı sırasında bulunan ve arkeoloji literatüründe Sidemara tipi olarak geçen bir lahittir Antakya Lahdi.

Konya – Karaman yolu üzerindeki, eski adı Sidemara olan Ambar köyünden çıkarılan ve şu an İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan 32 tonluk dünyanın en ağır lahdi sayesinde bu tür lahitlere Sidemara Lahdi ismi verilir.
Müze sonunda ise Hatay’daki gezilecek yerlerin bulunduğu minyatür maketlere rastlarsınız. Hıristiyanlığın ilk kilisesi St. Pierre Kilisesi, Habib-i Neccar Camii gibi güzel eserlerin maketlerini yakından inceleyebilirsiniz.


Hatay Mozaik Müzesi giriş ücreti
Müzekart’ınız varsa giriş ücretsiz. Türkiye için arkeolojik açıdan çok önemli bu müzeyi mutlaka gezmelisiniz.
Antakya Mozaik Müzesi nerede?
Arkeoloji müzesinin eski yeri Antakya’nın merkezine oldukça yakındı. Yeni arkeoloji müzesine ulaşmak için Kurtuluş Caddesi üzerinde St. Pierre Kilisesi yönüne doğru giden minibüslere binmeniz gerek.
Merkeze uzak olduğu için yürümek, hele ki o sıcakta tercih edilecek bir eylem değildir. Minibüs şoförleri yeni müzenin yerini bildiğinden sizi önünde indireceklerdir. Zaten müze de yol üzerinde sol tarafta kalıyor.