Mersin'in Az Bilinen Tarihi Yapıları ve Müzeleri
Tokmar Kalesi
Tokmar Kalesi‘nin tarihi ile ilgili çok bilgi yok. Ancak denizden gelebilecek saldırılara karşı güvenlik ve gözetleme amacıyla bölgenin en yüksek kesimine inşa edilmiş.
Tokmar Kalesi, Mersin Antalya yolu üzerinden görülebiliyor. Tokmar Kalesi’nin bulunduğu yüksekliğe çıkmak isterseniz ana yolun kenarından yanyola girip yaklaşık 15dk / 8km ilerlemeniz gerekiyor. Yol sizi doğrudan kalenin girişine götürecek.
12. yüzyılda yapıldığı düşünülen kale deniz seviyesinden 550 metre yükseklikte yer alıyor. Orta Çağ’daki adı Castellum Novumola olan kalenin bulunduğu bölge 1994 yılında Adana Koruma Kurulu tarafından SIT alanı ilan edilmiş.


Mersin seyahatimizde yoldan geçerken gördüğümüz bu kaleye çıkma fırsatımız olmadı. Ancak aşağıdan çekebildik, ama elbette yukarıda sadece kale yok, harika bir Silifke, Göksu Deltası ve Taşucu manzarası bulunuyor.
Mezgit Kalesi
Silifke’nin Türkmenuşağı Köyü‘nde bir yapı vardır. Korkusuz Kral olarak bilinen bir kralın mezar yapısı, Mezgit Kalesi olarak bilinir.


Adeta bir kale kadar sağlam gelebildiği için kale olarak isimlendirildiği söylenen Mezgit Kalesi’nin bir miktarı yıkıntı halinde olsa bile şu anki görünümü oldukça etkileyicidir. Roma dönemine ait olan anıtmezar, 7,8 m2 ebatlarında kare bir yapıdır.
Silifke’nin merkezine 27 km uzaklıkta. Cennet Cehennem Mağaraları’na gitmişken Mezgit Kalesi’ni görmeden dönmeyin.
Narlıkuyu Müzesi
Narlıkuyu, Silifke’nin koylarıyla ünlü turistik bir noktasıdır. Narlıkuyu’yu besleyen sular, Cennet obruğundan gelen yeraltı suyu olduğu için soğuk ve tatlıdır. Roma döneminde Narlıkuyu’ya bir hamam yaptırılmış ve Cennet obruğundan gelen yeraltı suyu kullanılmış.
Roma döneminde inşa edien hamam kalıntıları günümüzde müzeye çevrilmiştir. Müzede, MS 4. yüzyılda inşa edilen Roma hamamının taban mozaikleri sergileniyor. Mozaikler hiç yer değiştirilmeden koruma altına alınmış. Antik dönemde inşa edilen hamamın yerinde, bugün 1975’li yıllarda inşa edilen Narlıkuyu Mozaik Müzesi bulunuyor.

1950’li yıllarda yapılan bir kazıda tesadüfen bulunan mozaikler, Üç Güzeller Mozaiği olarak anılıyor. Üç Güzeller, Narlıkuyu’nun simgesi haline gelmiş. Mozaikte Zeus’un kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia‘nın kumru ve keklikler arasındaki eğlencesi görülüyor.
Ey konuk dost! Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün ışığına çıkardığını merak ediyorsan, bil ki O, imparatorların dostu ve Kutsal Adalar’ın dürüst yöneticisi Poimenios’tur.
Güzelliği ile ünlü uyum tanrıçası Eurynome‘den doğma üç kız kardeş, Yunanca’da parlaklık, ışıltı ve güzellik anlamına gelen khrais sözcüğünden türetilen Kharites olarak anılıyor. Kharites’in bulunduğu mozaiklerin üst kenarındaki Grekçe bir metinde hamamın kim tarafından yapıldığı yazıyor.


Tarsus Müzesi
Çukurova bölgesinin en önemli kültür merkezi olan Tarsus‘un tarihi MÖ 7000’lere dayanmakta. Yapılan arkeolojik kazılar sonucu çıkarılan binlerce yıllık tarih, Tarsus Müzesi’nde sergileniyor.
Önceleri çıkarılan eserler Adana Müzesi veya Hatay Arkeoloji Müzesi‘ne götürülürken, buluntuların çokluğu Tarsus’ta bir müze açma ihtiyacı doğurmuş. Eserler ilk olarak 1970’li yıllarda Ramazanoğlu beylerinden Kubad Paşa tarafından yaptırılan Kubad Paşa Medresesi‘nde toplanmaya başlanmış ve eserlerin sayısının artmasıyla yeni bir müzeye geçme ihtiyacı doğmuş.


Medeniyetlerin buluşma noktası Tarsus ve çevresinden çıkarılan Neolitik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait kaliteli içeriyor. eserler 2000 yılında Tarsus Kültür Merkezi Binası‘na taşınmış.


10 adet arkeolojik sit ve 5 adet doğal sitin sorumluluk alanında olduğu müzede Gözlükule Höyüğü, Cumhuriyet Höyüğü, Donuktaş, St. Paulus Kuyusu ve Emniyet Sarayı kazılarında bulunan buluntular sergileniyor.


Arkeolojiye ilgiliyseniz içerisinde güzel eserler olan Tarsus Müzesi‘ni ziyaret edebilirsiniz. Vaktinizi çok alacak kadar büyük olmaması da Tarsus gezinizde vaktinizi çok almaması demektir. Biz Tarsus Müzesi’ni tavsiye ediyoruz. Hem Tarsus merkezde, Muvaffak Uygur Bulvarı üzerinde yer alıyor.
Amfora Müzesi
Taşucu Limanı’nın yanı başında bulunan parkın hemen arkasında, İsmet İnönü Caddesi üzerinde yer alan Amfora Müzesi, 40 yıl oluşturulan ve 400’den fazla esere sahip olan bir müze.
Arslan Eyca‘nın koleksiyonunu vakıfa bağışlanmasıyla 1995 yılında müze olarak hizmete açılmış, 1997 yılında da Kültür Bakanlığı tarafından müze statüsü kazanmış.
Müzede Eski Taş Devri’nden itibaren Silifke, ticaret anlamında önemli bir yere sahip olmuştur. Hem denize yakın konumu nedeniyle, hem de kuzeydeki denizaşırı kentlerle olan ilişkisi ticaretin gelişmesini sağlamıştır. Ticaret denilen şey bir değiş tokuştur.
Üretilen malların, pazarda yer bulabilmeleri için başka yerlere taşınabiliyor olmaları gerekliliği vardır. Bunun için de deniz taşımacılığının vazgeçilmez koruyucuları arasında olan ve üretilen malların en sağlam şekilde taşınabilmelerini sağlayan amforalar kullanılmıştır.


Amforalar iki kulbu olan sivri dipli kaplara verilen addır. Taşımacılıkta yaygın olarak kullanılan amforaların tarihi neredeyse tüm dönemleri kapsar. Özellikle batık gemilerden ve su altı kazılarından çıkarılan amforaların sergilendiği müze, Türkiye’deki tek amfora müzesi.


Müzede amforalardan başka, arkeolojik eserler de sergileniyor. Kandiller, saklama kapları, çanak çömlekler, çeşitli sütunlar ve heykeller de sergilenen eserler arasında. Amforalardan ziyade daha çok batıklardan bulunan buluntuların sergilendiği amfora ağırlıklı bir müze aslında.


Aya Tekla Yeraltı Kilisesi
Azize Thecia Kutsal Alanı, Thecia’nın yaşadığı yer olduğuna inanılan bir kilisedir. Konyalı (dönemindeki adıyla Iconiumlu) bir kız olan Tekla, Hz. İsa Peygamber’in havarilerinden olan Tarsuslu Paulus‘un vaazlarını dinleyerek etkilenir ve çok tanrılı inancından vazgeçerek Hıristiyanlığın gereklerine göre ibadet etmeye başlar.
Azize Thekla, döneminde Hıristiyanlık yasak olduğu için bu işi gizli gizli yapar. Silifke‘ye giden Tekla, bir mağaraya yerleşir.
Hayatının bundan sonraki amacı Hıristiyanlık dinini yaymaktır. Böylece Hıristiyanlık dünyasının ilk kadın şehidi olarak kabul ettiği Azize Thekla çıkar karşımıza.


Meryemlik olarak da anılan Azize Tekia alanının bulunduğu bölgeye geldiğinizde aracınızı kulübenin olduğu girişe bırakın ve içeri girin.
Müzekart’ınız varsa Aya Tekla Kutsal Alanı‘nı ücretsiz olarak gezebiliyorsunuz. Kutsal alana girdiğinizde ilk sağdan devam edin. Roma döneminde Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonra mağara üzerine bir de kilise inşa edilmiştir.
Yapılan araştırmalar doğrultusunda kilisenin boyutunun 55 metre uzunluğunda, 36 metre gneişliğe sahip olduğu anlaşılıyor. Düşününce oldukça büyük bir yapıymış buradaki kilise. Günümüzde kilisenin apsisinin bir bölümü görülebiliyor.


Azize Tekia’nın gizli ibadet yerine ulaşabilmek için merdivenlerden aşağı iniyoruz. Ortam çok güzel ışıklandırılmış.
Sıradan kiliselerden farklı olarak bir mağara kilise olan Aya Tekla Kilisesi, yerin altında, kayalıkların oyularak yapılan bir mağarada yer alıyor. Efsaneye göre Thecia bu mağarada yaşamının son günlerini geçirmiş ve Hıristiyanlığa inandığından idam cezası verildiği için öldürülmek istenirken mucizevi bir şekilde yok olmuştur.
Yok oluşunun ardında halka şifa verdiği ve bu nedenle şifacıların iş yapamaması yüzünden üzerine öldürülmek üzere gönderilen insanlardan da bahsediliyor. Yok oluşunun ardından kutsal bir yapıya dönüşen alan, Silifke Müzesi‘nin sorumluluğunda olan ziyarete açık bir mekana dönüştürülmüş.


Meryemlik’te su depolamak amacıyla birçok sarnıç inşa edilmiştir. Bazilikanın karşısında yer alan ve bir kısmı sağlam bir şekilde günümüze kadar gelebilen yapı Meryemlik alanına inşa edilen sarnıçlardan biridir.


Günümüzde Ortodokslar ve Katolikler, kutsal gün kabul edilen 23 – 24 Eylül tarihlerinde Azize Thekla’yı anarlar. Dini açıdan birçok inanca ev sahipliği yapan Mersin’de gezilmesi gereken yerlerden biri olan Aya Tekla Kilisesi, Silifke’ye 4 kilometre uzaklıktadır. Ulaşımı kolaydır ve uzaklardan kilisenin günümüzde ayakta kalan kısmı görülebilir.
Fransız Anıtı
Bac Köprüsü’nün hemen arkasında ise bir şehitlik var. Bu şehitlik Fransız işgali sırasında Molla Kerim ve Kuvayi Milliyeci topluluğunun esir alınıp, şehit edildikleri yerdir. Molla Kerim, Justiniaus Köprüsü üzerinde hayatını kaybetmiş ve köprünün altındaki suya bırakmıştır kendini.


Donuktaş Mabesi
Donuktaş Mabedi, dünyanın en eski tapınaklarından biri. Büyük bir kaya kütlesini andıran yapısı olsa da tarihçilerin elinde buranın nasıl kullanıldığı ve ne olduğu konusunda kesin olarak bir bilgi yok.
Tamamlanmamış bir yapı olduğu da düşünülen alanın Sefir Barbaro tarafından bir saray olduğu, başka araştırmacılar tarafından saray mensubuna ait bir aile mezarı olduğu söyleniyor.

Kimisi burayı bir rivayetten ötürü Dönüktaş olarak adlandırsa da günümüzde genel olarak kullanılan ismi Donuktaş’tır. Oldukça kalın inşa edilen duvarlarında bulunan Roma harcına bakılarak Roma döneminde inşa edildiği saptanmış.
Bizans döneminde yapılan bir ek yapı ile Bizans döneminde de kullanıldığı belirtiliyor. Osmanlı döneminde ahır olarak kullanılan Donuktaş Mabedi‘nin içi ne zamanları açık bilmiyoruz.
Ziyaretimizde içine giriş kapalıydı, yalnızca etrafını görebildik. Ancak ziyaretimizde anlaşıldığı üzere Donuktaş Mabedi yetkililer tarafından pek ilgi gösterilmiyor ve korunmuyor.
Kleopatra Kapısı
Tarsus’un merkezinden geçen yol üzerinde bir kavşakta yer alan 8,50 metre yüksekliğinde ve 5,60 metre genişliğinde tek kemerli bir yapı yer alıyor. Tarsus şehrinin surlarından günümüze kalan tek yapı olma özelliğini taşıyan Kleopatra Kapısı, şehrin doğu yönüne açılıyor. Kapı; İskele Kapısı, Silifke Kapısı, St. Paul Kapısı gibi türlü isimlere anılıyor.


Mısır’ın ünlü kraliçesi Kleopatra’nın Romalı general Antiouchus ile burada buluşup kente, Deniz Kapısı da denilen bu geçitten geçtiği söyleniyor. İsminin bu nedenle Kleopatra Kapısı olduğu varsayılıyor.