Tarihi yarımadanın en önemli duraklarından Ayasofya Müzesi ve Camii, sırları, yüksekliği, ünlü kapısının önemi, hem Bizans hem Osmanlı dönemi mimari özellikleri, tarihi zenginliği, mozaikleri ile kendine hayran bırakıyor. Türkiye’deki yerli ve yabancı turistler tarafından en popüler turistik nokta olan Ayasofya, ihtişamı ile İstanbul’un kutsal mirası.
Ayasofya ne demek?
Ayasofya Müzesi hakkında bilgilere geçmeden önce Ayasofya’nın ne anlama geldiğini öğrenelim. Kutsal Bilgelik Kilisesi (Hagia Sophia) anlamına gelen Ayasofya Kilisesi, aslında bir Bizans kilisesi.
Ayasofya tarihi ve kim yaptı?
Bizans denilen devlet de, Roma İmparatorluğu’nun doğudan ayrılmış olan bir parçası. Bu devlet Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Ortodoks mezhebine girmiş. Merkezi Konstantinopolis (İstanbul) olan Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki herkesin gözünde Ayasofya, manevi değeri çok yüksek olan bir mekân sayılmış.
Yapı, merkezi planlı olmaması nedeniyle, kubbe ağırlığının kenarlara sağlayacağı baskıları azaltmak için daha küçük kubbeler inşa edilerek destek sağlanmış.
Yapı ve dış görünüş olarak Ayasofya ile çok benzerlik gösteren yapılardan biri İtalya’nın Roma kentinde bulunan Panteon Tapınağı. Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmesi gibi, İmparator Hadrian tarafından tanrılar için inşa edilen Panteon da kiliseye çevrilmiş.
Ayasofya, tarihte birçok yangına maruz kalmış. İmparator Konstantinos tarafından 360 yılında tamamlanan Ayasofya Kilisesi, İstanbul Patriği Ioannes’in sürgüne gönderilmesi nedeniyle 404 yılındaki bir isyan sonucu çıkan yangında yıkılmış.
İmparator II. Theodosios 415 yılında ikinci kiliseyi inşa etmiş. 532 yılında, bir grup kesimin Justinianos liderliğindeki imparatorluğa karşı çıkması sonucu, şehrin gördüğü en şiddetli ayaklanma olan Nika (Zafer) İsyanı baş göstermiş. Bu ayaklanma sonucunda on binlerce insan ölmüş, birçok yer yakılıp yıkılmış. Ayasofya Kilisesi de bu şiddetten nasibini almış.


İmparator Justinianos, dönemin iki başarılı mimarı Miletos‘tan bildiğimiz Isodoros ile Traleis‘ten aşina olduğumuz Anthemios’u görevlendirmiş ve inşasına 532 yılında başladıkları üçüncü kilise, 5 yılda tamamlanarak ibadete açılmış. Bugün, Sultanahmet Meydanı‘ndan görebildiğimiz Ayasofya, İmparator Justinionus’un eseri.
Justinionus, Ayasofya’nın en görkemli yapılardan biri olmasını istemiş. Bu nedenle Anadolu’nun ve dünyanın çeşitli bölgelerinden mermerler, Aspendos, Efes, Tarsus gibi antik şehirlerden mimari parçalar getirtmiş.
40 tanesi alt galeride, 64 tanesi üst galeride olmak üzere Ayasofya’da toplam 104 adet sütun bulunuyormuş. Ayasofya’nın uzunluğu 100 metre, genişliği ise 69,50 metre. Kubbenin yerden yüksekliği ise 55,60 metre. Kubbenin çapı tam yuvarlak değil. 31,87 x 30,86 metre olan hafif elips şeklindeki kubbe ile muazzam bir yapı çıkmış ortaya.


Ayasofya Müzesi’nde görülmesi gereken yerler
Terleyen sütun: Müzenin içinde, solda kalan sütunlardan birinde, bronz levha ile kaplı, ortası oyulmuş bir sütun yer alıyor. Efsaneye göre İmparator Justinianos, şiddetli baş ağrısıyla burada dolaşırken başını buraya yaslamış ve baş ağrısı geçmiş. Bu nedenle halk arasında kutsal sayılan ve şifa özelliğinin olduğu dilden dile yayılan delik, birçok insanın şifa için uğradığı bir nokta haline gelmiş.
İnsanlar sütundaki oyuğa baş parmaklarını sokar, saat yönünde tam tur döndürerek bir dilek tutarlar. Bu ıslaklığın nedeninin Meryem’in gözyaşları olduğuna inananlar da var. Bilim adamlarının ise olaya doğal olarak farklı bir yaklaşımı var. Ayasofya’nın altındaki su, sütunun gözenekli yapısından dolayı emiliyor ve suyu bronz levhadan dışarı bırakıyor.
Mermer küpler: Ayasofya Müzesi’nde Helenistik Dönem’e ait olan büyük küpler, Sultan III. Murad döneminde Bergama‘dan Ayasofya’ya getirilmiş. 1250 litre sıvı alabilen ve yekpare mermerden yapılan 2 küp vasıtasıyla özel günlerde şerbet dağıtılırmış. Diğer günlerde, içinde su bulunan küplerin alt taraflarında yer alan musluklar vasıtasıyla su içilebiliyormuş.


Omphalion: Ayasofya, İmparatorluğa ait bir kilise olduğundan dolayı, İmparatorların taç giyme merasimlerinin yapıldığı yerdir aynı zamanda. Ana mekânda bulunan ve omphalion adı verilen, renkli yuvarlak taşlar ile iç içe geçmeli desenlerden oluşan yer döşemesi üzerinde yapılırmış taç giyme törenleri.
Cami unsurları: Fatih Sultan Mehmet, 1453 yılında İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya Kilisesi’ni camiye çevirmiş. Mimar Sinan’ın eklediği minarelerin aynı zamanda destekleyici payanda görevini görmesi yapının güçlenmesine yardımcı olmuş. 16. yüzyıldan sonra eklenen minber, mihrap, hünkar mahfili, müezzin mahfili ve vaaz kürsüsünün eklenmesiyle Ayasofya, tam bir cami yapısına ulaşmış o dönemde. Eklenen 60 metre yüksekliğindeki minarelerin Edirne’deki Selimiye Camii‘ne benzemesi nedeniyle Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı düşünülüyor.
Büyük levhalar: Sultan Abdülmecit, Ayasofya Camii’nin içinde, üst katın içe bakan duvarlarına ilave ettirdiği 7.5 metre çapındaki, toplamda 8 büyük levha ile camiye farklı bir görünüm kazandırmış. Hattat Mustafa İzzet Efendi‘nin eserleri olan bu levhalar kenevirden yapılmış yeşil zemin üzerinde altın yaldız ile yazılmış. Büyük hat levhaların üzerinde Allah, Hz. Muhammed ve dört halifenin (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali), Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in isimleri yazılı. Kubbenin tam ortasındaki yazı yine Mustafa İzzet Efendi’ya ait, burada Nur Suresi’nin 35. ayeti yazıyor.


Sultan I. Mahmud kütüphanesi: Sultan I. Mahmud döneminde 1739 yılında yaptırılan kütüphane, okuma salonu ve kitapların saklandığı yer olan hazine-i kütüb ile ikisini birleştiren ara bir koridordan oluşuyor. Hırsızlık olaylarına karşı bugün, kütüphanede herhangi bir kitap bulunmuyor. Kütüphanede bulunan çiniler 16 – 18. yüzyılları arasında İznik, Kütahya ve Tekfur Atölyeleri’nde hazırlanan çinilerden. Özellikle kütüphanenin koridorunda gülden karanfile, laleden servilere kadar birbirinden güzel çiçek motifleri çıkıyor karşımıza.


Viking yazısı: Ayasofya’nın ikinci katında, savaşçı yönleri ile bilinen Viking’lerden kalan kısa bir yazı bulunuyor. Viking komutanı’na hitaben “Halvdan buradaydı” anlamına gelen yazı günümüze kadar ulaşabilmiş. Bu da görülmesi gerekenler arasında, böylesine orijinal bir Viking yazısını başka nerede görebiliriz.
Sultan Abdülmecit tuğrası: Ayasofya’nın onarımı sırasında dökülen altın yaldızlı mozaiklerden Abdülmecit, kendi yüzünün resmedilmesini istemiş fakat İslami açıdan yasak olduğu için böyle bir şey yapılamamış. Fossati kardeşler Sultan’a bir jest yapmak istemişler ve İtalyan usta Lanzoni’ye Sultan Abdülmecit’in kendi tuğrasını yaptırmış. Tarihte hiçbir padişahın tuğrası mozaikten yapılmamış o güne dek.
Ana giriş kapısının sağındaki duvarda yer alan Sultan Abdülmecid’in tuğrası oldukça kaliteli ve değerli. Abdülmecit çok istemesine rağmen bir türlü asılamamış Ayasofya’ya. 170 yıl sonra, Prof. Dr. Semavi Eyice’nin Mimar Fossati’nin anılarından, Topkapı Sarayı’nın deposunda olduğunu öğrendiği tuğraya ulaşmış ve Ayasofya’nın duvarına sonuna asmış.
Ayasofya’nın tarihi, mimarisi, gizli sırlarını öğrenmek için TRT Belgesel’de yayınlanan Gizemli Tarih: Ayasofya belgeselini mutlaka izleyin. Tüm detaylarıyla görsel unsurlar da kullanılarak sıkmadan anlatılıyor.
Ayasofya Müzesi’ndeki mozaik eserler
Ayasofya Müzesi, içerisinde birbirinden kaliteli mozaik eserler barındırıyor. 1453 yılından 1849 yılına kadar, İslami açıdan yüz tasviri yasak olduğundan gizli kalan ve Sultan Abdülmecit tarafından verilen Ayasofya’nın restore edilmesi kararı ile birlikte mozaikler Fossati tarafından tekrar ortaya çıkarılmış.
Sonra yine kapanmış tabii. Atatürk döneminde yeniden açılmış. Mozaikleri görmek için üst kata çıkmanız gerekiyor. Üst kat kadınlar için ayrılmış önceden. Bu kata çıkarken kullanılan taşlı rampa, İmparatoriçe’nin sarsılmadan yukarı taşınabilmesi için hazırlanmış. Üst kata çıkan İmparatoriçe, törenleri ve kutlamaları çevresindekilerle birlikte İmparatoriçe locasından izlermiş.


Ayasofya mozaikleri genel olarak Hıristiyanlıkla ilgili. Hz. İsa’nın ve Meryem’in mozaiklerinden başka, Doğu Roma İmparatorları’ndan VI. Leon ve İmparator Justinianos gibi önemli karakterleri ile Zoe Mozaiği, Tympanondaki Patrik Mozaikleri, melek tasvirleri, Deisis Kompozisyonu mozaikleri görülmesi gereken mozaiklerdir.
Ayasofya Müzesi neden ve nasıl müze oldu?
Fatih Sultan Mehmet, 1453 yılında İstanbul’u fethettiğinde, dönemin en ihtişamlı yapılarından biri olan Ayasofya’yı camiye çevirmiş ve ibadete açmıştı. Çünkü o dönem İstanbul’da hiç cami yoktu ve ibadetlerin yerine getirilmesi için camiye ihtiyaç vardı.
1930’lu yıllarda Bizans döneminde yapılan mozaiklerin yeniden keşfedilmesi ve bu mozaiklerin açığa çıkarılması çalışmaları, İslamiyet’teki cami içinde resim olmasının dinsel açıdan sakıncalı olması gibi çeşitli sorunları beraberinde getirmişti.
Atatürk, Ayasofya’yı hem Hıristiyanlık’ta, hem İslamiyet’te önemli bir yere sahip olduğu, insanlığın ortak mirası olarak kabul ettiği ve bu güzelliği herkesin görmesini istediği için 1935 yılında müzeye çevirmiş.
Ayasofya Müzesi, içinde olduğu kadar dışında da konuşulmaya değer eserler barındırıyor. Bunlardan biri, müzenin girişindeki, önceki Ayasofya’nın izlerini taşıyan alan. Bu Ayasofya’dan önceki Ayasofya’ya ait eserleri müze bahçesinde görebilirsiniz.
Sultan I. Mahmud tarafından 1740 yılında yaptırılan başka bir yapı ise Ayasofya’nın şadırvanı. İstanbul’un önde gelen şadırvanlarından biri olan ve erkeklerin abdest ihtiyacını karşılaması için inşa edilmiş.


Ayasofya ne zaman cami oldu?
24 Temmuz 2020 tarihinde Ayasofya Camii’nin ibadete açılması için çeşitli düzenlemeler yapıldı. Ayasofya’da bulunan tarihi ikonalar bir perde sistemi ile kapatıldı ve zemine halı döşenerek ibadete hazır hale getirildi.
Ayasofya Müzesi giriş ücreti ve ziyaret saatleri nelerdir?
Ayasofya, Türkiye’nin en pahalı müzelerinden biri. Ancak, buraya girmeden önce bir Müzekart alın, çünkü Müzekart geçiyor ve sınırsız. Ayasofya Müzesi’ni Pazartesi dahil haftanın her günü, kış sezonunda 09:00 – 17:00 çalışma saatleri arasında, yaz sezonunda ise 09:00 – 19:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Ayasofya içinde uzun bir süredir bitmek bilmeyen restorasyon çalışmaları var. Ana bölgede tavana kadar olan demirler kadar, katlarda restore edilen yerleri kapatan duvarlar da çok kötü bir görüntü veriyor. Son gittiğimde üst katın yarısı, alt katın büyük bir kısmı kapalıydı. Yine de bir kısmı görülebildiği için İstanbul’da gezilmesi ve görülmesi gereken yerler listenize almanızı tavsiye ederim.
Ayasofya Müzesi nerede ve nasıl gidilir?
İstanbul’daki en önemli yapıların başında olan Ayasofya Müzesi’ne ulaşım için en ideal yol tramvayla ulaşmak. Bağcılar Kabataş hattındaki T1 numaralı tramvay ile Sultanahmet durağında inin. İndikten sonra 5 dakikalık bir yürüyüşle müzeye ulaşırsınız.